İNSAN-LIK
İnsanlık; odunluk, kömürlük, tuzluk ya da şekerlik v.b. gibi içine insan konulabilen bir cisim veya madde midir? Yoksa insanlık denildiği zaman; belirli bir bilgi birikimi, yaşanmışlık tecrübesi olan, doğuştan ölünceye kadar geçen süreç içerisinde sürekli kendini yenileyip geliştirebilen bir canlı türünden mi söz ediliyor? Bu doğum ve ölüm arasındaki, “yaşam” adı verilen bu süreç içerisinde, kendine ait bir kısım kişisel ve toplumsal değerlerinin toplamının ortaya koyduğu, verilerin oluşturduğu bir kelime midir? Nedir bu insanlık?
İnsanlığı tanımlamadan önce; az önce bahsetmiş olduğumuz, bize özgü olan insanî değerlerimizi bir gözden geçirmemiz gerektiği düşüncesindeyim. Hatta belki de "İnsan nedir?" den yola çıkmak belki daha da mantıklı olabilir. O halde nedir insan?
İnsan, öncelikle bazılarımızın gözüyle görmesine rağmen aklına ulaşmayan ve tamamen doğal güdülerinin onlara anlattığı et ve kemik yığını ya da kimilerinin elindeki bir oyuncak değildir. İnsan; belli bir düşünce yapısı, aklı, konuşabilme yetisi, el becerisi vb. yetenekleri olan, Yaratıcı tarafından diğer canlı türleri arasından “en üstün” ilan edilen bir varlıktır.
Madem insan böyle bir varlık ise, o halde bu insanlık nasıl bir şeydir? Tabi ki insanlık, konunun başında söylenildiği gibi, içerisine insan koyulan bir kap değildir. İnsanlık, birey olan insanın bir toplum içerisindeki kişilik değerlerine, davranışlarına bağlı olarak, toplum tarafından verilmiş olan bir sıfattır.
Hz. Mevlanâ'nın söylemiş olduğu
"Gel ne olursan ol yine gel
İster Mecusî, ister putperest
Yüz bin kere tövbeni bozmuş olsan da gel"
mısralarındaki hoşgörüden tutun da, ikili ilişkiler içerisinde bulunduğunda, karşısındakine göstermiş olduğu sevgi ve saygı ya da bir münazara salonundaki konuşmacıları dinleyiş ve sorularını sorma biçimine kadar, yapmış olduğu tüm davranışlar insanlık sıfatı içerisinde ölçülmektedir.
Şimdi biz bunları zaten biliyoruz diyenleriniz olabilir. Hatta pek çoğunu istemli ya da istemsiz olarak yapıyor da olabilirsiniz. Fakat içerisinde bulunduğumuz bu zaman dilimi içerisinde, yaşamış olduğumuz olayları göz önünde bulundurduğumuzda; sanki biraz bu değerlerimizi unutmuş, beton binalar gibi et ve kemik yığını haline dönüşmüş insanlığımızı, insanî değerlerimizi, unutmuş gibiyiz.
Neden bunu düşündüğüme gelince; gerek yoğun çalışma temposunun getirmiş olduğu bencil yaşam şartları, gerekse her ne sebeple olursa olsun tamamen saldırgan bir tutum içerisinde yaşamaya başlamış olmamız, bana göre insanlığımızı, başka bir deyişle insanî değerlerimizi, kaybetmeye başlamış olduğumuzun ya da kaybetmeye yüz tuttuğumuzun göstergesi olmuştur.
Buna göre; "Acaba insanlık elden gidiyor mu?" sorusunu aklına getirenleriniz olabilir. Hayır! İnsanlığımız elden gitmiyor, aksine insanlığımız bizi her zaman olduğu yerde (kendi içimizde) bekliyor. Sadece bizim yapmamız gereken biraz bu bencil, dışavurumcu saldırgan, tutumlarımızı bir kenara bırakarak, arada bir içimize kendi iç dünyamıza dönerek, kendimizle baş başa kalıp, iç dünyamızda biraz insanlığımızı bulmaya çalışmamız, günlük yaşamdan uzaklaşıp, kendimizi (insanî duygularımızı) bulmamız gerekmektedir.
Sonuç olarak konuyu toparlayıp özetlersek; insanlık, tarihin ilk çağlarından beri yaşadığımız, kişisel ve toplumsal gelişmelerin sonucunda ortaya çıkmış kendi öz değerlerimizin ışığında, bizim ve çevremizdeki diğer insanların yaşamın güzelliklerini görmesini sağlayan duygu ve düşünceler topluluğudur. Buradan yola çıkarak, son zamanlarda yaşadığımız üzücü olayların getirmiş olduğu stres, baskı, asabiyet gibi duygusal yıpranmalardan arınıp, kısa aralıklarla da olsa kendi iç dünyamızdaki huzur içerisinde biraz insanlığımızı hatırlarsak ve bunu önce kendimize sonra çevremize aşılayabilirsek, konuyu tüm dünya boyutunda düşündüğümüzde, yeryüzünde "Cennet" i yaşamamamız için hiç bir neden göremiyorum.